18 Ocak 2010 Pazartesi

Sadece yapamadıklarımızdan pişman oluruz...



Pişmanlık acı verici bir duygudur aslında. Hatırladıkça insanın boğazını düğüm düğüm eden duygudur. Pişmanlık çaresizliktir. Çünkü geri dönemezsin düzeltmek için. Zamanı geriye alamazsın. Birşeyler yapabilmek adına geçtir artık. Çaresizsindir.

Hep bir şans vardır derler. Ama kim bilir. Geri dönersin, artık eskisi gibi değildir herşey. Zaman değiştirmiştir koşulları. Yapmak istesende, yapmak istediğin zamanki gibi reaksiyon vermez tepkiler. Sonra pişmalık alır götürür. Kurt gibi içten içe yer, bitirir seni.

Ama kimi zaman da bir şans vardır gerçektende. Hayattaki pişmanlğını ortadan kaldırmak için yola çıkarsın. Fakat yapacakların, daha zordur artık. Bu sefer " KEŞKE..!!" demekten alıkoyamazsın kendini. "Keşke o zaman yapabilseydim." dersin.

Ama marifet istikrarlı olabilmekte.
Ama marifet olmuşları kabullenmeyip, onları değiştirebilmekte.

Saygılarımla...

Halil GÜNBEYİ

17 Ocak 2010 Pazar

Su..



Hiç birşey yoktu..

Ne ben vardım, ne sen.  Ne yer vardı,ne gök. Ne iyi vardı, ne kötü.  Ne dünya vardı, ne samanyolu. Ne altında bir şey vardı, ne üstünde. Aslında ne alt vardı, ne üst...

Hiç birşey yoktu..
Sadece "O", Sadece su vardı.

Önce su, alt  oldu, üst oldu. Sonra yer oldu, gök oldu. Hava oldu, toprak oldu. Toprak insan oldu. Sen oldun, ben oldum. Yani herşey sudan oldu. Susuz varlık yok. Varlığı yok etmek için ise ateş var. Ama suyu sadece ateş temizler.

Temiz su nedir? Bilindiği üzere  iki hidrojen bir ojksijenden oluşmazmı. Varlık aslında bir su. Ama su bir varlık değil. Suya ulaşmak için ateşe ihtiyacımız var. Varlık ateşe düştüğü zaman temiz su buharlaşır, posası kalır. Varlık yok olur, su baki kalır.

Necip Fazıl, " Sonum yokluk olsa, bu varlık niye? " demiş. İnsan, sen, ben... Bir varlığız.  Ama sonumuz yokluk değil. İnsan yok olacak amma sen değil, ben değil... İnsan toprak olacak, toprak ise su. Ama sen yine doğacaksın. Dünya yok olacak ve yine sadece su kalacak...

Selametle..

15 Ocak 2010 Cuma

Efsane Patatesli Yumurta...



Bugün açlıktan midem kazınıyordu. Çokta üşengeç olduğumdan yumurta kırsam kafi dedim. Ama dedim farklı bişi olmalı. İnternette yumurta tariflerine bakmaya başladım. Yumurta yapmanın o kadar çok çeşiti varmış ki.. Ama aklımda, daha basit daha efsane bişi vardı. Patatesli yumurta.. Adından da anlaşılacağı gibi sadece basitlik içeriyordu. Ama efsaneydi. Orta boy teflon tava çıkardım.. Durdum.. Acaba büyüğünü mü çıkarsam.. Kararsız kaldım..

Sonra aç gözlülüğümü bi kenera bırakıp annemin gözdesi o orta boy teflon tavayı ocağa koydum. Bir yemek kaşığı tereyağ koyarken telefonuma mesaj geldi. Mesajda "Hadi çık." yazıyordu. Arkadaşımla okulda buluşup ders çalışacaktık. Okula yaklaştık demek istiyordu esasen mesajda. Bi anda irkildim. Anında bir koku sarmıştı mutfağı. Bu kokuyu biliyordum. Halis muhlis malatya tereyağı kokuyordu. Ardından hemen telefonun mesaj kısmına girerek, heyecanla mesaja cevap olarak "Patatesli yumurtamı bırakıp gelemem." yazdım. O koku nasılda büyülemişti beni.
Torbanın dibinde kalan son patatesi elime geçirip hızlı hızlı soymaya başladım. Ufak ve küp şeklinde doğradığım patatesleri kızgın malatya tereyağının içine boşalttım. Patatesler pişince siparişle özel olarak getirttiğim pul biberden bir tutam tavaya attım ve basladım ufaktan karıstırmaya.

İki sokak aşağıdaki malatya pazarından aldığım günlük köy yumurtalarını bir bir tavaya kırmaya başladım. Yumurta tavaya tam düşerken "coshh" diye tabir edebileceğim o sesi çıkardığında tüylerimin diken diken olduğunu fark etmiştim. Dört köy yumurtasını kırdıktan sonra babasının akşam eve gelince çikolata aldığını duyan ufak çocuk gibi heyecanlanırcasına karıştırmaya başladım. Ama çok dikkatliydim. Yumurtaların o koyu sarı kısımlarını patlatmamaya özen gösteriyordum adeta. Yavaş yavaş yaptığım sanat, kıvamını almaya başlıyordu.  Tavanın kenarlarından haykırır gibi köpüren eşsiz malatya tereyağsı, sanki beni cezbetmek istercesine dans ediyordu. Ne yapacağımı şaşırdım. Buna bir son vermeliydim. Tazecik odun ekmeğinin yumuşak kısmından büyük bir parça kopardım. Denizin dibinde nefesi tükenen dalgıçlar gibi çaresizce hızla elimdeki ekmeği tereyağın köpüren kısmına daldırdım. Ekmek parçasını ağızıma attığım anda gözlerim karardı. Etrafıma baktım ve sanki başka bir yere ışınlanmıştım.  Etraf yemyeşil çimenlikti. Yumurta ağaçlarının arasında gezen inekler görüyorüyordum. Köylü kadınları inekleri sağarken o tombul memelerden süt yerine tereyağı akıyordu. Korkmaya başlamıştım. Halüsülasyon gördüğümü anlayınca hemen koluma bi çimdik atarak kendime geldim.

Leonardo Da Vinci'nin Mona Lisa'yı bitirdiğindeki sevincine benzer bir duyguyla biten eserimin altını kapattım. 2'li odun ekmeğiyle tavayı kaptığım gibi masaya oturdum. Ekmekten büyük parçalar kopararak tavaya banıyordum hararetli hararetli. İftar sofralarındaki tabakları sünnetler gibi tavayı sünnetlemiştim. Büyüsüne kapıldığım patatesli yumurtanın bitmesiyle normale dönmüştüm. Ve o anda okula geç kaldığımı anladım. Apar topar evden çıktım tokluğun getirdiği miskinlikle...

Yani burdaki anlatılmak istenen; Patatesli Yumurta deyip geçme..
Böylesine yapan birini hiç duydun  mu?

12 Ocak 2010 Salı

Mehmet Akif ERSOY' dan..


- Gül yüzlülerin kirini gülsuyu kokan gözyaşları alır ve damla ,damla gül
dökülen ellerde gül kokusu kalır.

- Tohumu eken bilir,
Göz yaşın döken bilir,
Gül kadrin diken değil,
Çileyi çeken bilir.


- Ve ey gözyaşım,
Bulutuna sadık yağmurlar gibi gel,
Ve kadim bir dostu uğurlar gibi git.
Geceyi içine döken tomurcukların yeşiliyle gel;
Goncayı açılsın diye bekleyen bülbülün diliyle git
Bülbüller konan dallarda yaprak gibi gel,
Ve derinlerde bendini yıkan bir ırmak gibi git.
Pişmanlık dolu yüreklerden sancılarla git .

- Ve ağlamaktan korkma gözüm!..
Ağla ki kirlenmiş olan vicdanın gözyaşınla yıkansın
Ağlamak hassas ruhların ferahlama gayreti ve vicdan da yanan ateşi göz yaşlarıyla söndürme hamlesidir.

MADEM Kİ GÖZYAŞI BİR KUTLU DEMDİR... AĞLAMAYI BİLEN GÖZLER İÇİN O BİR ERDEMDİR..

- Bir ateş düşünün, dumanı âh ile çıkar da külleri göz yaşına karışır ya,
Hayat bir mum alegorisidir. Hani, mumun başındaki yanış gözde yaş olur da gözyaşı alevle barışır ya,
Alev can ipliğini yakınca, acıdır ki, bedenini eritir de mumun, su ile alev birbiriyle yarışır ya,
Gözyaşıdır ki yıkayarak yakar, yakarak yıkar. Arıtır ve eritir; temizler ve
gizler Fazilettir, diyettir.
Bu yüzden denilir ki gözyaşı yiğitler kârıdır ve
civanmertler vakarıdır.

- Şaire unuttuğu mısrayı bir gözyaşı hatırlatır,
Şehrazad üveyikler uçuran acıları bir gözyaşı anlatır.
Sancılı damarlarda ölümcül çılgınlıkları gözyaşıdır okuyan satır satır.
Toplasan gözyaşlarını âşıkın, dalgalı bir deniz olur;
Süzülürken bağrından, yakar geçer iz olur.
Yalnız doğar gibi her insan, yalnız akar her damla ve yağmur yağmur gözyaşıyla ıslanır nisan.
Enson, yağmur kuşları konar kuşpalazı çocukların salıncaklarına,
gözyaşı şefkat olur.

- BENİM DAVAM BEŞERİ DEĞİLKİ ÜMÜDİM KIRILGAN OLSUN…

- Bütün boşluklarını sen doldurdun ömrümün Söylenmedik sözler yerine sen
vardın yanımda. Sevdaya dair yeminlerden sonra sen vardın. Köhne zamanın
direnci adına, acı çağların yaşlısı ve genci adına yine sen vardın. Dikenler
gülden habersiz iken, gözler dilden de fersiz iken; zamanından geriye düşmüş
acılar için, mânâda biçimleri yitiren sancılar için; aynalarda eriyen
sırlardan taşarak, ucu kıyamete çıkan asırları aşarak; gerçekten daha gerçek
kelamlarda ve Güzeller Güzelinden vuslat müjdeli selamlarda sen vardınHep
sen vardın...

- Bir gözyaşı, bir cevherdir ateşten kaynayan ve alev gibi yanan. Özü sudur
ama avuçta bir yalım, gönülde bir yangin olur.

- Kim demiş Avrupa insanı medeni.
Ne edep var ne haya çırılçıplak bedeni.
Medeni olmak açmaksa bedeni
Desenize hayvanlar sizden daha medeni..


M.Akif ERSOY

İnternet Kırıntıları

- Her kalbin çarpıntısı kendi ecelinin ayak sesidir. (Beyazidi Bestami)
- Zaman paraya benzer lüzumsuz yere sarfedilmedikçe daima yeter. (N. Kaplan)
- Saatler bizimle alay eder .Ömrümüz saniye saniye biter. (H.İsmail)
- Her nefesde eyledik yüzbin günah bir günaha etmedik hiç bir gün ah. (Süleyman Çelebi)
- Zaman gösterdi ki cennet ucuz değil cehennem dahi lüzumsuz değil. ( Bediüzzaman)
- Randevuya daima vaktinde gelmek ötekinin gecikmesini yüzüne vurma sanatıdır. (Livepool Echo)
- Başkasından üstün olmamız önemli değildir önemli olan dünkü halimizden üstün olmamızdır. (Hint Atasözü)
- Bir aptalı yanıldığına inandırmanın en iyi yolu onu kendi bildiğine bırakmaktır. (John Billings)
- Şöhret gençlik ve gurur mezar hepsini alır. (V. Hugo)
- Kefen moda dergilerine müracaat edilmeden biçilen elbise.
- Yerinde söz söyleyen özür dilemek zorunda kalmaz. (F. Sultan Mehmed)
- Olgun insan güzel söz söyleyen değil söylediğini yapan ve yapabileceklerini söyleyendir. (Konfiçyus)
- Eğer dünya görüşünüz tuvalet duvarında ise sizin işiniz sifona kalmıştır. (M. Güner)
- Her kaidenin istisnası vardır ancak kuvvet kimde ise üstünlük ondadır. İstisnası yoktur. (Laedri)
- Dünyanın en yoksul insanı paradan başka hiç bir şeyi olmayan insandır. (Shoupenhaur)
- Düşmanlarınızı affedin. Bu bir büyüklüktür. Ama onları unutmak büyük bir aptallıktır. (J. F. Kennedy)
- Mendilde değil gözyaşı kiprikte sıcaktır. ( A. Ö. Hacıtahiroğlu)
- Ayarı bozuk olanın tartısına güvenilmez. (Hakim Sinani)
- Mutluluk maddi sevinçlerden ibaret olsaydı çayıra kavuşan öküzleri mutlu saymamız gerekirdi. (Heraklies)
- İlgisini yitiren gençliğini de yitirir. (S. Bernhardt)
- Boş kafa şeytanın çalışma odasıdır. (Eflatun)
- Haksızlık önünde eğilmeyiniz çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz. (Hz. Ali R.A.)
- Adaletin kuvvetli, kuvvetlinin de adil olması gerekir. (Pascal)
- O demde ki perdeler kalkar perdeler iner. Azraile hoş geldin diyebilmekte hüner. (N. Fazıl)

Üstad Necip Fazıl Kısakürek


- Kendinden geçmek iman, kendinde olmak küfür.

- Sonum yokluk olsa, bu varlık niye…?

- Yarın elbet bizim, elbet bizimdir;
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

- Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.

- Kadın ; Hristiyanlıkta yol kesici bir engel, islamda ise yol açıcı bir kanattı.

- Kalbimi ve aklımı hep sağ elime verdim
Görevi olmasaydı, sol elimi keserdim.
- Gözler, ya merhamet ya da neferetin ışıldadığı bir kandildir.
- Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın.
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.

- Fikir besler, siyaset öldürür Siyaset, fikrin kendisi değil; posasıdır.

- Bir hadiseyi düşünebilmek için filozof olmaktan başka çare görmemek, düşünme hakkından vazgeçmek değil midir ?

- Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar
Onu ‘İstanbul’ diye toprağa kondurmuşlar.

- Bir tohumda ; gövdesi, dalları, yaprakları ve meyvesiyle bütün bir ağaç gizlidir.

- Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı,
Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı.

- Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar

- Sabır, çekilen şeyi duymamak değil, ona dayanmayı bilmektir.

- Arı bal yapar, fakat balı izah edemez.

- Zaman insanları değil armutları olgunlaştırır.

- Biz hohlaya hohlaya buz dağlarını erittik; şimdi ortalık çamurdan geçilmiyor.

- İhya etmek için ne kadar ilim lazımsa imha için de o kadar cehalet kafidir.

- Dağı tanıyan, nasıl tanımaz uçurumu?
Madem ki yükseliş var, iniş olmaz olur mu?

- Bir kalbim var ki benim,sevdiğinden burkulur.Kahredenden ziyade,sevilenden korkulur.

- Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse,
Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse.

- Dipsiz hasrete tuzak
En yakınken en uzak
Tadı zehrinde erzak;
KADIN!

- Ölenler yeniden doğarmış, gerçek!
Tabut değildir bu, bir tahta kundak
Bu ağır hediye kime gidecek
Çakılır çakılmaz üstüne kapak?

- Sual = ey veli, insan nasıl olmalı, söyle!
Cevap = son anda nasıl olacaksa hep öyle!

- Dostlarım ev eşyamdı, bir bir gitti diyorum.
Artık boş odalarda ölümü bekliyorum.

- Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var.
Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var.

- Her ağızda her telde fanilik dırıltısı
Sonunda tek bir şarkı, tabutun gıcırtısı.

- Tahtadan yapılmış bir uzun kutu
Baş tarafı geniş, ayak ucu dar
Çakanlar bilir ki bu boş tabutu
Bir gün kendileri dolduracaklar

- Minarede ‘ölü var’ diye bir acı sala
Er kişi niyetine saf saf namaz..ne ala
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hala
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan

- Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam
Alıp beni götürsün, tam 4 inanmış adam.

Necip Fazıl KISAKÜREK

Kısa bi dörtlük

Dışarıda göz yanar, içeride yürek,
Taahhüt ehline tahammül gerek.
Mazlum yarasına merhem diyerek,
Göz yaşı sürersen, beni de çağır....

Sadakat

Ewan 22 yasina o sene basmisti, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanin asaletini tasiyordu. 10 gün sonra Kore'deki bir savasa katilmak üzere Ingiltere'den ayrilacakti, hiç birseyden korkmuyordu ama duygusalligi nedeniyle, ülkesinden ayrilma fikri zor geliyordu ona.
"Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardi arkasina yazilmaya baslandi.
Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açiyorlardi. 2 sene bu sekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmis, her mektuptan ayri tatlar almislardi.
Ewan'in ülkeye geri dönme zamani gelmisti, son mektubunda Holly'i görmek istedigini yazdi. "Ancak seni taniyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen" diye ekledi. Holly bulusmayi kabul etti fakat resmi göndermedi. "Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz degil mi? Yakama kirmizi bir çiçek takacagim." dedi.
Günler birbirini kovaladi ve Ewan ülkeye döndü. Trenden indigi ilk anda gözleri Holly'i aradi. Bir müddet bakindi, sonra kalabaligin arasindan simdiye dek gördügü en güzel kadin belirdi. Uzunboylu, çok güzel vücutlu, uzun sari saçli, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhtesem bir kadindi. Kadina dogru bir adim atti, ama yakasinda hiç birsey yoktu. Kadin gözlerine bakti ve "Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?" diye sordu.
Tam o sirada güzel kadinin omuzunun üzerinden, yakasinda kirmizi çiçek olan kadini gördü. Kisa boylu, sisman sayilacak kiloda, gri kisa saçli, tozlu uzun pardisesü ve kalin bilekleriyle öylece duruyordu. Ewan saskindi, az önce hayatinda gördügü en güzel kadindan bir teklif almisti ancak karsisinda da yüregine asik oldugu kadin duruyordu. Kendini toparladi ve yanindan geçen dünyalar güzeli kadina aldirmadan ilerledi. Elinde Holly'le birbirlerini tanimalarini saglayan kitap vardi. Elini uzatti, "Merhaba Holly" dedi gözlerinin içi gülerek. "Pardon" dedi kadin."Ben Holly degilim. Az önce buradan geçen sari saçli mavi elbiseli bayan yakama bu çiçegi takti ve bunun hayatinin sinavi oldugunu söyledi. Sizi garin çikisindaki cafe'de bekliyormuş.

Fenerbahçem..

Yüzümdeki gülüşlerin,
ellerimdeki terlemenin,
yüreğimdeki deli atışın sebebi...
Her gece uykum, her sabah güneşim.
Yıldızım, ay'ım, akan kanım.
Bitmeyen masalım.
Bahçedeki FENER"im,
çiçekteki rengim.
Gökyüzüm,
denizim,
mavim
sen...
Sevdamın adresi,
aşkımın menzili,
içkimdeki tat,
yaşadığım hayat sen...
Sebebim,
niyetim,
geleceğim,
geçmişim,
bilinmezliğim,

belirsizliğim,
kararlılığım,
kararsızlığım sen...
Bitmez yolculuğum,
sonsuzluğum.
Sen, gözüm, elim, yüreğim.
Bebeğim sen...
Hani gidecek olsam,
yollarıma serersin tüm sarı"ları, lacivert"leri.
Bilirsin basamam da yine kalırım seninle.
Üzülecek olsan, içim erir, kalırım öyle.
SENİ ÜZEN BİŞEY BENİ BİN ÜZER İNAN.
Kırıyorsam seni,
bu benim dengesizliğimdendir,
şaşırmışlığımdandır.
Kendimle kavgalıyım ben.
Bir yanım sana tutkun,
bir yanım çok bencil.
Kayboluşlara vuruyorum kendimi,
seni üzdüğümü bilmeden.
Her kayboluşum yara açıyor sende biliyorum.
Ah ben,
nasıl da vurdumduymaz olabiliyorum bazen...
Bakma bana FENERBAHÇEM,
içimdeki aşkın büyüklüğünü ölçme bunlarla.
Seviyorum diyorsam seni, öyle.
Gereğinden fazla 'bencil FENERBAHÇELİYİM' bazen,
bağışla...
Seni bilirim ben,
bir tek seni.
Seni söylerim,
seni duyarım
her yerde ve her zaman.
Sensiz olmaya gücüm yok,
sensizliğe katlanmak benim harcım değil.
Seni her şeyinle,
lacivertinle,
sarınla,
ay parçası ambleminle,
duruşunla,
gülüşünle,
bakışınla,
konuşmanla,
çoc
ukluğunla,
olgunluğunla,
kızgınlığınla,
şaşkınlığınla,
güçlü
lüğünle,
zayıflığınla kabul etmişim bi kere.
NE DEĞİŞ, NE DE DEĞİŞTİR.
Biz böyle sevdik seni.
Seni sen yapan ne varsa kabulümdür hepsi.
Seni özlemek diye bir şey de var bu hayatta
ve
bu bazen öylesine dayanılmaz oluyorki...
YOKLUĞUNLA YAŞAMAYI BECEREMEM,
ÜZGÜNÜM.
İçimdeki o 'FENERBAHÇE SEVDAM'
yokluğunda çekiliyor bir köşeye
ve
ben güçsüzlüğümle başbaşa kalıyorum.
Katlanamıyorum anla,
sensizliği 'yok' hükmünde sayıyorum.
Sensizlik diye bir şey yok,
öyleyse sensiz kalmak da yok.
Şimdi hangi denizin kıyısındaysan,
hangi göğün altındaysan
önce o sonsuz maviliğe
sonra da başını yukarı kaldırıp yıldızlara bak.
FENERBAHÇELİLİĞİMİ,
yüreğimi,
içimdeki seni mavilere yükleyip gönderiyorum,
tut onu.
Tut ve bırakma...
SARI"YI LACİVERT"İN YANINDA SEVDİM.
Ben maviyi sende buldum,
Beni BAŞKA RENKLERLE KANDIRMA...